7.08.2019

Omegle'deki Kız


Evet, bu doğru. Bir süre önce oldu, en fazla birkaç hafta. Bana inanmayanları suçlamıyorum. Bana da inanılmaz geldi. Sadece beni dinle, tamam mı? Şimdi, anlatmaya başlıyorum.


Normal bir cumartesi gecesiydi, galiba sabah 2 idi. 3’e geliyordu. Dizüstü bilgisayarımla yatağımda otururken Omegle adlı uygulamada birileriyle sohbet ediyordum. Elbette sıkılmıştım ve çoğunlukla insanların buraya gelmesinin tek nedeni ilişki kurmaktı. Ve bir süre sonra birkaç insan buldum. Bir süre dostumla konuştuktan sonra başka bir yabancıyla sohbet etmeye gittim. Laura adında bir kızdı. Bir genç için rahatsız edici biçimde resmi konuşuyordu. Kısa bir süre sonra bana sordu. 17 yaşında olduğunu söyledi, dediğim gibi onun adı Laura. Ama bulunduğu yer, çok garipti. Ona sorduğumda, nerede olduğundan emin olmadığını söyledi. Sadece ruhunun onu götürdüğü yere gitmişti. Derin bir bok çukuru gibi göründüğü için fazla düşünmedim. Kısa bir süre önce sadece sohbet ediyorduk, şimdi birçok insandan sakladığı bir sırrı söylediği yere kadar gelmişti.


Dürüst olmak gerekirse, bir yabancıyla bu kadar samimi olmak, biraz garip hissettiriyordu. Ama, birbirimize zarar vermemiş gibiydik. Böylece, sohbet devam etti.


"Bu..."


"Bu vücut bana ait değil ..."


Bunun ne anlama geldiğinden emin değildim. Ben de ne demek istediğini sordum.


"Ne demek istiyorsun?"


“Çok fazla vücut çaldım. Geceleri dikkat çekmeyen, görülmeyen ve etrafta yavaşça sürünen bir 
hırsızım.”


"Çocuk hırsızı mısın?"


“Evet, sanırım böyle adlandırabiliriz.”


"Belki geçmişte yaşanmış bir şeyi öğrendin."


“Geçmişle alakası yok. Konuşurken, bütün bu sohbeti mümkün kılan, büyük bir gemideyim.”


"Tamam, işte şimdi kafam karıştı."


"Belki bunu senin için halledebilirim."


Kafam cidden çok karışmıştı.


"Hadi oyun oynayalım."


"Tabii ki, oyunlar eğlencelidir."


“Tahmine dayalı bir oyun olacak.”


“Ne yaptığımızı ve / veya ne düşündüğümüzü tahmin edeceğiz. Kim doğru tahmin ederse o kazanır.”


"Peki, havalı görünüyor."


"Kim önce başlayacak?"


"Sen başlayabilirsin. Ne düşündüğümü tahmin etmeni istiyorum."


Oraya biraz oturdum, düşündüğüm aptalca şeyleri aklımdan çıkarmaya çalışıyordum. Tıpkı tekrar yazmak üzereyken, önceki mesajınız tekrar görülmüş gibiydi.


"Sana bir ipucu vereceğim."


"Şununla bağlantılı: kafamın içinde üzümlü."


Şimdi, bu sadece beni geri getirdi, bu lanet şey ne anlatmaya çalışıyordu. Ben de aptalı oynamaya karar verdim. Fakat, bu bir hata oldu.


"Üzümleri mi düşünüyorsun? LOL"


“Öyleyse, tecavüze şaka mı buluyorsun?”


Buraya kadar güzeldim, fakat az önceki söylediği şeyle şok oldum. Ne hakkında konuştuğunu bilmiyordum. Sadece söylediği gibi tahmin ettim. Ben henüz cevap veremeden  benimkini tahmin etmeye başlamıştı ve henüz ne tahmin etmesini istediğime karar bile veremedim.


“Yanlış tahmin ettiğinden beri senin hakkında ne düşündüğümü seçeceğim. Adil görünüyor, çünkü 
öyle.”


“Şimdi, ne yaptığını tahmin edeceğim.”


Onu daha fazla üzmek istemedim, zaten kırılma noktasının ucundaymış gibi görünüyordu.


"Ah, tamam."



Bunu açıklığa kavuşturmak için yatağımda oturmuş, vişneli Kool-Aid içiyordum. Ve televizyonumda bitmek üzere olan bir spongebob vardı.


"Tahminimce ... dizüstü bilgisayarıyla oturuyorsun ..."


"Evet, iyi iş. LOL"


"..."Vişne aromalı bir içecek içiyorsun, televizyonda da çok süngerli bi karakter var."


Bilgisayarımın her yanına içtiğim içkiyi düşürmüştüm. Omegle’den çıktım. Neyse ki, ertesi gün iş vardı. Ama o günü düşünmeden edemiyorum. Onu aldatmak için herhangi bir şey varsa onu duymak istiyorum. Kendimi daha iyi hissetmemi sağlayacak. Bunu nasıl yaptığını hala çözemiyorum.

30.07.2019

Sokağa Çıkma Yasağı

Küçük bir apartman dairesinin birinde iğrenç yatağımda uyandım, telefonum yumuşak bir ses çıkarmıştı.Telefonu elime aldım "10:00'a kadar evde ol..." yazılı bir mesaj almıştım. Gözlerim genişledi ve dondum.  Saat 9:35’i gösteriyordu.

Akşam 9:35 - Kıçımı eve götürmek için yirmi beş dakikam vardı. Ayağa kalktım, Kapıya koştum.  Tabancamı yanımdaki masadan aldım ve kapüşonlumun cebine koydum; İhtiyacım olacağını biliyordum. Apartmanın merdivenlerinden aşağıya koştum ve kendimi daha önce hiç görmediğim bir mahallede buldum.

Akşam 9:40 - Birkaç dakikadır yürüyordum, bazı sokaklar tanıdık gibi görünüyordu, ama nerede olduğumu bulmak için bir yola ihtiyacım olacağını biliyordum.

Bunu düşündüğüm gibi kapalı bir benzin istasyonundan geçtim ve yaşlı bir adamın benzini doldurduktan sonra arabasına bindiğini gördüm. Otopark boştu, araba da pek yeni değildi.

Ancak, arabada GPS vardı. Arabanın yanına geldim ve yutkundum. "Bayım?" Sesimden korkmuş biri olarak anlaşıldığımı farkettim. "Evet?" Camı açtıktan hemen sonra sormuştu. Silahı cebimden çıkardığım için kendimi korkunç hissettim. “Arabadan çık…” Cılız bir sesle talep etmiştim.

Silah namlusuna bakarken dehşetle donakalmıştı.

"LANET OLASI ARABADAN ÇIK DEDİM!” Silahı suratında salladım ve arabanın kapısını açıp, gömleğinden zorla çekerek arabadan çıkardım. Yere düşerken güm diye ses çıakrmıştı.

Akşam 9:43 - Arabaya bindikten ve kontağı çalıştırdıktan sonra GPS'i çalıştırdım. Evden yaklaşık 10 dakika uzaktaydım, adresimi giremeyeceğimi biliyordum ama sokakları okuyarak eve giden yolu buldum.

Panik içinde düşündüm. “Bu sefer beni gerçekten öldürecekler ...” gerçi aklımdaki tek düşünce de buydu.

Akşam 9:53 – Caddelere girmiştim, ellerim direksiyonu kavramıştı fakat titriyordu, kalbim ana yola girerken çarpıyordu. O adamın polisle konuştuğunu biliyordum. Arabayı kaybetmem gerektiğini biliyordum. Böylece aracı evden bir blok ötede bir arka sokağa çektim ve evime doğru koşmaya başladım, gözlerimden yaş geliyordu.

Akşam 9:58 - Sonunda eve ulaştım, kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki patlayacakmış gibi hissettim. Anahtarlarımı kilide taktım ve kapıyı açtım, annemin saati 9: 59'u gösterdiğini gördüğümde nefes almam zorlaşmıştı. Derin bir nefes aldım, yaptım. Annemin notunu görmek için masanın üzerine bakmadan önce kapıyı kapattım.

"İşe gitmek zorunda kaldım, birkaç gündür seni görmedim, umarım her şey yolundadır?"

Akşam 10: 00 - Saatin sesini duyduğumda ayaklarıma kara sular indiğini hissettim, en azından arsenik değildi. Kendimi çok yorgun hissediyordum, bara sokulduğumda birisinin bulduğu bu lanet oyunu oynuyorlardı, ben de dahil olnuştum. Uykulu hissetmeye başladığımda salon kapısının açıldığını duydum.

"Endişelenme ..." arkamdan sersem bir ses duydum. "Son bir tur, söz veriyorum ..."

Sabah 9:00 - Tanrım, bir striptiz kulübünün dışında uyandım, nerede olduğumu biliyordum ... Telefonumda bir mesaj aldım. "Bir ipucu istersen, Queens'desin, eve gitmek için bir haftan var, sonra bileklerin paramparça ve oyun biter. Umarım uzuuuuuuun şekerlemenin tadını çıkarmışsındır ... eve daha dinç dönersin. :)"

Gelecek hafta sabah 9'a kadar, California'ya gitmek için, cüzdansız ve sadece dolu bir tabanca ile gitmeliydim...

15.07.2019

Pazar

Nereden başlayacağımı bilemiyorum. Bu hikayeyi anlatırken yalan söylediğimi ya da abarttığımı düşünebilirsiniz, ama bu doğru. Sanırım en baştan başlayacağım.

Birkaç hafta önce bir rüya gördüm, hakkında fazla düşünmedim ve unutmaya başladım. Rüyaların çoğunu hatırlayamıyorum ama, annemle bir otobüs durağında durduğum bir rüyayı hatırlıyorum, birilerinin koluna dokunduktan sonra kolunu çekiştirdirerek gülüp şakalaşıyorduk. En son bir adamın kolunu çekiştirdik, fakat ilk kez biri tepki vermişti. Bu adamın yüzünü göremedim ama ne dediğini açıkça duydum, annemi yakına çekti ve ona “yaklaşan Pazardan nefret edeceksin” dedi, ne anlama geldiğini bilmiyordum, ama annemin biliyordu. Titredi ve gözyaşlarına boğuldu. Rüya daa burada bitti.

14 Temmuz Pazar günü ılık bir geceydi, yorulmuştum ve kendimi yatağıma attım. Derin bir uykuya daldım ve birbirine bağlanmış bir dizi kabus gördüm. Bu kabuslar aklımı kaybetmeme sebep oluyor, ama her kabusun gerçek olmayan olaylar olduğunu biliyorum. Bu olaylarda insanlar zihinlerini kaybedecekler ve birbirlerine şiddet uygulayacaklardı, bu rüyalarda çılgınca şeyler olacaktı. Bunu biliyordum.

Bu gece son gördüğüm rüyada ben, Nan ile annem kol kola girmişti, bazı konular hakkında konuşuyorlardı ve gülüyorlardı. Bir mağazanın içine girdik ve bir etkinliğin başlangıcını gördük, yerde büyük bir çizme izi vardı, insanlar koşuyordu ve bu çizme işaretini kaldırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi alışverişe devam ettik. Nan bunu farketmedi ve yürümeye devam etti, kolunu tuttum ve “Nan, tüm bu insanlara bak, ne yapıyorlar?” dedim. Anlamadığım bir şey gördü, anlayamadığım bir şey biliyordu. Kolumu tuttu ve dehşete düştüğünü anlayabildiğim bir bakışla bana 'Dylan, gitmemiz gerekiyor, bu dükkanı bırakalım' dedi kafam karışmıştı ama dediğini yaptık, dükkandan fırladık. Nan giderek korkmaya başlıyordu. Aceleci bir şekilde telefonu için çantasını karıştırıyordu. Telefonu buldu ve aniden çantasını yere attı, onu bırakmamı söyledi. Bu noktada olaylar başladı, etrafımızda bir kaos doğuyordu, insanlar savaşa girip her yeri yıkıyorlardı. Kapıların dışına çıktık. Ağlıyordu, annemle konuştu ve 30 saniye sonra otoparka doğru hızlandı. Bizi gözyaşları içerisinde çağırıyordu.

Burası, olayın tuhaflaştığı yer.

Hızlı bir şekilde arabaya gidiyoruz, sonra Nan anneme 'aman tanrım burada, işte burada' demişti. Annem çığlık atmaya ve ağlamaya başlamıştı ve Nan bana "Dylan, arkana bakma, ne yaparsan yap, arkana bakma" demişti. Ama arkama bakma hatasını yaptım. Orada, bize biri yürüyordu. O, büyükbabamdı. İki yıl önce ölmüş olan büyükbabam. Dükkandan yüzünde boş, cansız bir ifade ile çıktı ve bize baktı. Nan ve annem ağlıyordu, annem beni o kişiye bakıyor ve her gördüğünde daha fazla korkuyordu. Bana döndü, gözlerimin içine baktı ve, ‘Dylan, otobüs durağındaki şeyi hatırlıyor musun? Adamın ne dediğini hatırlıyor musun? Unutma, gelecek bir pazardan nefret edeceğimizi söylemişti. Dylan, bugün Pazar ve o adam büyükbabandı.” 

Midem bulanıyordu, oraya tekrar baktım. Yaklaşıyordu. Annem ve Nan ona bağırmaya başladılar, "Ona zarar verme, ona dokunma lütfen, lütfen ona zarar verme!" Sakin bir şekilde arabanın karşı tarafında durdu, bana baktı ve "Gelecek pazardan nefret edeceğini söylemiştim" Sonra hiç görmediğim bir bakışla, ruhumun içine giren bir sesle bana bağırdı.

“ŞEYTANI İÇİNE HAPSETTİM”

10.07.2019

Mağdur

"Anlatacağım şeylerin duyulması gerek. Herkes duymalı, herkes, herkes, herkes...

Ben suçlu değilim, hiçbir zaman olmadım.

Yakında öleceğim, ya da öldürüleceğim. Ama o zaman gelmeden önce yaşanan herşeyi anlatmalıyım. Lütfen bana güvenin.

Lütfen, bana güvenin.

Tarih 1*.*.20**.

Saat sabah 7 gibi ********'dan ******'e bayram ziyareti için yola çıkmıştık. Orada babaannemler yaşıyordu. Büyükbabam * yıl önce vefat etmişti Babaannem o zamandan beri daha duygusuz, sinirli ve tahammülsüzdür. Aslında hiç öyle biri değildi. Tonton, sevimli, hoşgörülü bir kadındı. Yaşıtlarında görülen bazı kısıtlamalar kendisinde görünmezdi. Ama büyükbabamın vefatı, onu derinden etkilemişti.

Öğlen aralıksız yoldaydık ve sonraki vakitleri ihtiyaç da duymadık. Ama tuhaf bir şey yaşadık.

Akşam olmuştu, hava kararıyordu. Babam arabayı engebeli bir yola sokmuştu. Araba bayağı sarsılıyordu ve o esnada müzik dinleyen beni çok rahatsız ediyordu. Annem, babama niçin buraya girdiğini sormuştu, babam ise buranın kestirme olduğunu, en fazla yarım saat sonra köyde olacağımızı söylemişti. Ah babam, niye bilmiş bilmiş davranırdı ki ?

O esnada yol aniden düzleşti ve bir ağacın yanından geçtik. Fakat gördüklerim beni aşırı şekilde tedirgin etmişti. Simsiyah çarşaflara bezenmiş bir grup insan, bir zeytin ağacının etrafında çember şeklinde dizilmişti. Henüz karanlık değildi, ama babamın açtığı farlar onların üzerine çarpınca direkt yüzlerini bize çevirdiler. Kaskatı kesilmiş bir şekilde sadece bize bakıyorlardı. Babam ve annem onların mevsimlik işçi olduklarını söylemişti, ama nedense buna inanmadım. Mevsimlik işçi yaz günü kapkara çarşafla mı çalışır ?

Bu sefer babamın bilmişliği işe yaramıştı, dediği gibi yarım saatte köye varmıştık. O yorgunlukla eve girdik. Babaannem her zamanki gibi yüzü asık, camdan dışarıyı izliyordu. Amcam ise pos bıyıklarını sonuna kadar geren bir gülümsemeyle bizi karşılamıştı. Bekârdı, evde kalmıştı ve babamdan bir hayli büyüktü. Fakat içindeki çocuğu öldürmemiş, o neşeli tavırlarıyla odadaki soğukluğu bir nebze olsun azaltmıştı.

Gece olmuştu. Ben, eski bir yatakta, annem ve babam misafir odasında, amcam ise salonda yer yatağında uyuyordu. Bir saat sonra içeriye babaannem girdi. Nefesimi tuttum, uyuyormuş gibi bir izlenim vermeye çalıştım ve sadece odadaki sesleri dinlemeye koyuldum. Babaannem kulağıma kesinlikle Türkçe olmayan birkaç kelime fısıldadı, soğuk elini yüzüme sürdü ve odadan ayrıldı. Lanet olsun, o an çok korkmuştum.

Sabah olduğunda küçük kabuslar görerek uyandım. O kadın bana ne yapmıştı? Ahaliyle selamlaştık ve yer sofrasına oturduk. Köy kahvaltısından nefret ederdim. O yumurtayı, taş gibi ekmeği, o bitkili çorbayı, o lastiği aratmayan peyniri nasıl yiyebiliyorlardı ?

Anneme sızlandım. Beni başından savarcasına mutfaktaki buzdolabına bakmamı söyledi. Buzdolabını açtım ve açtığım gibi öğürmeye başladım. Dolapta adlandıramadığım bir hayvanın tüm uzuvları duruyordu. Tamam ciğerini, böbreğini kabul edilebilir; ama kafasını, penisini, ayağını niye koymuştu? Anlaşılan kadın bunamaya başlamıştı.

Salona geldim ve anneme gördüklerimi anlattım. Yarısına gelmemişken babaannemin gözlerini bana kilitlediğini gördüm. Dev gibi açılmışlardı ve herhangi bir yere sapmıyordu. Hemen kalktı ve mutfağa hızlıca yürüdü. Annem ve babam bana kızarken, amcam ise beni bunların normal olduğunu söyleyerek uyardı. Amcamı seviyordum, ne olursa olsun nazikçe herşeyi izah edebiliyordu.

2 saat sonra evde sıkılmıştım. Annem ve babam şehirdeki pazara, amcam ise araba parçası aramak için komşu köylere gitmişti. Babaannem ise evde değildi. Ben de köy kahvesine, oradan da köy meydanına gitmek için yola koyuldum. Bizim köy kahvesindeki dayılar, siyasetçilere taş çıkaracak bir siyaset becerisine sahipti. Kavga bile çıkmıştı. Ama hepsi özünde samimi insanlardı, ve beni seviyorlardı.

Fakat o gün, kahvede kimse yoktu. Cidden, 1 kişi bile. En son geçen yıl dolu yağarken kimse yoktu.
Ertesi gün ise tıklım tıklımdı. Biraz ürpermiştim. Ama kendi kendime, orada pire vardır, herkes meydandadır diye söylendim.

Meydanda da durum farksızdı. Hiçkimse yoktu. Meydandaki çeşme kurumuş, çimenler kararmış ve tüm evlerin perdeleri karartılmıştı. Bu lanet yerde ne olmuştu, niye kimse yoktu ?

Bu bir kabus olmalı diyerek kendimi çimdikledim, fakat gerçekti. Canım sıkıla sıkıla çeşmenin kurumuş taşına oturdum ve telefonumu çıkardım. Bari sosyal medyada gezineyim diye düşündüm, fakat internet yoktu. Sinyal de çekmiyordu.

Eve geri döndüğümde amcamın eve gelmiş olduğunu gördüm. Amcama köyde niye kimsenin olmadığını sordum. İlk başta yüzünde kan çekilir gibi oldu, fakat sonra gülümseyerek ahalinin camiye gitmiş olabileceğini söyledi. Köyümüzdeki cami su sızdırıyordu ve yüksek ihtimal tadilat yapılıyordu.

İçime bir nebze su serpilmiş olsa da, yine endişeliydim. Amcamla derin sohbetlere dalmıştık. Akşam olmuştu ve annemler ve babamlar yine yoktu. Amcam onların yolda kalmış olabileceğini, sabah da gelmezlerse jandarmayı aramak için dağa çıkacağını söylemişti. İçim daha da endişeyle doldu, susamıştım. Su almak için bahçedeki kuyuydan su çekmiştim. Buranın suyu E*****'ye veya S****'ya bin basardı.

Ama çektiğim su çok kirliydi. Leş gibi kokuyordu. Ve kovayı toprağa döktüğümde kovadan birsürü fare cesedi düştüğünü gördüm. Burada tuhaf şeyler oluyordu. Bundan emindim.

Gece uyku tutmuyordu. 1 saattir yatağımda bir o yana bir bu yana döndüm fakat hiçbir şekilde uyuyamadım. Birden dışarıda garip sesler duymaya başladım. Ayakkabılarımı, montumu giydim ve meydana doğru gizlice yürümeye başladım. Bu manzarayı ölene kadar unutmayacağım.

Meydandaki çeşme yanıyordu. İnsanlar, köy ahalisi etrafında kafalarını bir sağa bir sola çeviriyordu. Birden babaannem belirdi. Tamamen çıplaktı. Elinde bir kelle vardı. Uzaktan görsem de ne olduğunu kavradım. Domuz kellesiydi o. Öbür elindeki bıçakla kelleyi ikiye ayırdı ve bir nara fırlatarak ateşe fırlattı. Ateş gittikçe harlandı, canlandı ve yükseldi. O an ağzımdan bir öğürme çıktı. Herkes, o zeytin ağacındaki kişiler gibi direkt kafalarını bana döndüler.

O an herşeyi unuttum ve eve kaçtım. Ranzamın altına saklandım ve bekledim. İçeriye babaannem girdi. Ayakları hızlıca odayı dolandı ve dışarıya çıktı. Bir detay beni dehşete düşürmüştü. Ayakları tersti.

Bir dakika. On dakika. Otuz dakika. Bir saat. Bir buçuk saat. Ne kadar kaldığımı bilmiyorum. Biraz daha geriye gittim ve aniden omuzumda soğuk bir el hissettim. Aniden irkildim ve o yöne baktım.

Lanet olsun. Lanet olsun. O annemdi. İkiye bölünmüş cesedinden kan akmayı durdurmuştu. Altında da babam vardı. Onun da vücudunun yarısı yoktu. Hiçbirşey hissetmiyordum. Ailemden iki kişi yok oldu. Artık yoklardı. Bomboş hissediyordum kendimi. Artık yapmam gereken tek şey dağa çıkıp jandarmayı aramaktı. 


Şerefsizler.

Dağın eteğinde amcamın cesedi ile karşılaştım. Artık amcam da yoktu. Göğsü parçalanmıştı, içinde tek bir organ yoktu. Elinden telefonu aldım ve gittikçe yükseğe çıktım. Jandarmayı aradım ve herşeyi anlattım. Sabaha karşı vardılar, üzerimdeki kanı gördüler, evi araştırdılar ve bana kelepçeyi taktılar. Hayır, hayır, bunları ben yapmadım.

Adliyede 30 yıl cezaya çarptırıldım. 2 hafta sonra da amcamın cesedinin üzerinde parmak izim bulundu ve cezam 50 yıla çıktı.

Gençliğim kararmıştı. Herşey mahvolmuştu. Neden, neden böyle olmuştu, ne yapmıştım da böyle bir cezaya mahkûm kalmıştım.

2. Davadan 1 hafta sonra hemşeri olduğum biri geldi. Aynı köydendi, bunu öğrendikten sonra her gece bir elimde bıçakla nöbet tutuyorum. Bu kişide yine beni dehşete düşüren bir detay vardı. Ayakları tersti. Ve belli olmasın diye, tıpkı babaannem gibi siyah kalın çorap giyiyordu.

Eğer ölürsem, onu bulun ve cezasını verin.

Hiçbir şey yapmadım. Ben masumum.

Lütfen bana güvenin."

Bunu yazan B**** N******** adlı kişi, bunu yazdıktan 70 gün sonra tabir ettiği kişi tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Suçlu o gün tek hücreye kapatıldı. 1 gün sonra da hücresinde bulunamadı. Kaçışı hala araştırılıyor. Fakat bu olaydan 1 hafta sonra ise B**** N********'nun suçsuz olduğu derin araştırmalar sonucunda anlaşıldı. Ailesinden kimse kalmadığı için ise herhangi bir tazminat verilemedi. İsmi geçen köy ise haritadan silindi, herhangi bir yapı kalmadı. İsmi geçen zeytin ağacı ise bulunamıyor.

22.06.2019

Mir Uzay İstasyonu'ndaki Gülen Kişiler [Part 2]

GÜLEN KİŞİLER YANIMDA. GÜLEN KİŞİLER BURADA. GÜLEN KİŞİLERE GÜVENMEYİN. BİLDİKLERİNİZİ SÖYLEMEYİN. EĞER ÖĞRENİRLERSE BANA ZARAR VERECEKLER.


Bu kelimeleri okur okumaz midemde aşırı derecede hareketlenme başlamıştı. Sigara izmariti atılmış klozete kusmak lavaboya koştum. Hastalanmış gibi gözüken yüzümü yıkadıktan ve soğuk suyla duruladıktan sonra aynaya baktım. Yüzüm solgun ve sertleşmişti, kanlı gözlerimin altında şişlikler oluşmuştu; aralıksız yirmi dört saatten fazla süredir çalışan bir adamın yüzüydü bu. Yirmi dört saat boyunca, işlerin daha da kötüye gittiği ve daha ...garip olduğu bir süreçten geçmiştik Önümüzdeki altmış saatin ne kadar dehşet verici olacağını bilseydim, 'fesih ve hapis cezasını' memnuniyetle kabul ederdim. Buna değerdi; ne bildiğimi bilmiyordum.


Lavabodan ayrıldım ve istasyonuma geri döndüm. Odanın diğer tarafındaki cam pencereden Koptev’in ofisinde tartışan küçük bir yönetmen grubu gördüm. Rahatsız edici bir sessizlik, fare tıklamaları ve klavyelerin takırdamaları, görev kontrol odasını etkisi altına almıştı. Önünden geçtiğim her operatör göz temasından kaçınıyordu; ya tamamen atandıkları göreve odaklanmışlardı ya da ekrana bakıp durum tespiti yapmaya çalışıyorlardı. Dedikodu ve boş konuşma, Rus Uzay Ajansı tarafından hiç hoş karşılanmazdı.


Terminalime geri döndüğümde, Yakovlev'in kollarını göğsünde kavuşturduğunu gördüm ve boşluğa bakıp bakmadığını kavramaya çalıştım. Sandalyesi masadan geri itilmişti ve orada çalan radyo vericisinden uzağa uzanarak, sanki saldırıya hazırlanan bir yılanmış gibi masaya uzanmıştı.


“Neyi kaçırdım?” Diye sordum. Bana buğulu gözlerle baktı.


“Şimdiye kadar bir mors kodu yok, ancak Ledovsky durmaksızın onu kurtarmamız için yalvarıyor. Gerçekten canımı sıkmaya başladı. Ona şu an Mir'den kurtulmanın en iyi yolunu tartıştığımızı söyledim. Sonra onu susturmak zorunda kaldım. Bu adam hakkında ciddi bir şeyler var. ”


Koptev’in ofisine açılan kapı kapandı, ancak içerideki argüman büyüdü ve ben de hepsi çok sert olan birkaç kelime söyleyebildim. Camdan Markov'un öfkeyle jest yaptığını ve bazen masaya yumruk attığını görebiliyordum. Koptev sakince masasına oturdu, elleri önünde sıktı.


“Peki, orada tartıştıklarını düşündüğün şey bu mu?” Diye sordum. “Ledovsky dünyaya nasıl geri getirebilir?”


“Duyabildiğim kadarıyla, bu kesinlikle Müdür Yardımcısı Ivanov'un istediği şey. Ledovski'nin ulusal bir hazine ve Sovyetler Birliği'nin kahramanı olduğu hakkında bir şeyler bağırdığını duydum. Acil kurtarmanın tek seçenek olduğunu ve Ledovsky'nin sağlam bir zemine nasıl geri döndürmeyi bulabileceğimizi düşünüyor. ”


Genel Müdür Yardımcısı'ndan başka bir tepki beklemememiştim gerçi, ama gözlerimi devirdim. Ivanov, 80’lerde kozmonot olmuştu; hatta birkaç ay Mir'de kalmıştı. Çok geleneksel değerleri olan ateşli ve tutkulu bir adamdı; SSCB'nin eski büyüklüğüne dönüşü için gizlice işler çevirdiğini düşünmüyor değilim.


 Şimdi ise, emekliliğe yakın bir yerde, daha genç ve daha üst düzeydeki Koptev yerine, Dİrektörlük işi için yetersiz görülmüştü. Ivanov bu gerçeği sindiremedi. Bunu, Koptev'i büyütmek için bir fırsat ve olası bir propaganda zaferi olarak düşünüyor olmalıydı. İvanov’un aklında ise, Ledovsky’yi kurtararak evrenin gizemlerine bir kapı açacaktı ve Rusya ilk adımı atmış gibi gösterecekti; bilinmeyene giden bir öncü göndererek.


“Markov'un başka fikirleri var mı?” Diye sordum. İzleme ve İletişim Müdürü şimdi ofisinde duruyor, çığlık atıyor ve Ivanov'u işaret ediyor, öfkeyle titriyordu.


“Oldukça hafife alıyor. Markov'u batıl inançlı bir adam olarak hiç düşünmezdim, ama yukarıda yaşanan şeyleri muhtemelen doğaüstü bir şey olarak görüyor. Koptev'den, Mir ile olan tüm iletişimi kesmesini ve planlandığı gibi deorbit işlemine devam etmesini istedi.


“İstasyonun içinde Ledovsky ile birlikte yanmasına izin vermek mi istiyor? Bunu hiçbir şey olmamış gibi örtbas ettin mi? ”Diye sordum. Yakovlev ciddi bir şekilde selam verdi ve sohbete dahil oldu. “Peki ya Koptev? Nerede şu an?”


“Sen de biliyorsun ki yönetmen temkinli bir adam. Bence seçeneklerini değerlendiriyor ve karar vermeden önce daha fazla bilgi toplamaya çalışacak. Bu konuda rasyonel bir şekilde açıklanamayacak çok şey var, ancak Koptev'in Ledovski'nin delirdiğine inandığını düşünüyorum.”


Sohbetimiz Koptev'in başını ofisinin dışına sokmasıyla kesintiye uğradı. Yüksek sesle konuşuyordu, böylece tüm oda duyabiliyordu:

 “İletişim Departmanı dışındaki tüm personelin mevcut görevlerini yerine getirmesini istiyorum. Sonraki yarım saatinizi ‘Gülen Kişiler’ araştırmasıyla geçirin. Hükümet sözlüğünü, tarihi arşivleri, interneti ve bu cümleye herhangi bir referans içerdiğini düşündüğünüz, kısaca aklınıza gelen her yeri araştırın. Görsel bağlantımızı uzay istasyonuna geri getirme konusundaki tüm dikkatinizi istiyorum. Orada neler olup bittiğini görmek istiyorum. Otuz dakika içinde raporları bekleyeceğim.”

Kapıyı kapattı ve tartışmaya devam etti. Yakovlev ve ben kısacık bir an için göz teması kurduk, sonra terminallerimize döndük ve çalışmaya başladık.




Yarım saat sonra bir kez daha, Koptev, Markov ve Ivanov'un orta perdenin altında durduğu yarı dairede toplandık. Her bölüm raporlarını açıkladı, ancak hepsi birbirinden farklıydı: “Gülen Kişiler” hakkında önemli bir söz yoktu. İstihbarat ajanları tarafından yoğun olarak aranan gizli belgelerde bile hiçbir şey bulunamamıştı; Gülen Kişiler'i hiç kimse hiçbir yerde duymamıştı ve hakkında hiçbir şey bilinmiyordu. Sinirli olduğu açıkça belli olan Koptev, İletişim Departmanına döndü ve sözcü olarak raporu sunmak bana düştü. Masamdan kalktım ve yönetmenle karşılaştım. Odadaki her insanın gözünün üzerimde olduğunu hissedebiliyordum ve sol bacağım istemsizce titriyordu.


"Efendim. İyi haberlerim var, bazıları da… “garip” olan haberler. İyi haber şu ki: Mir Uzay İstasyonuna görsel bağlantıyı tamamen geri yükledik ve tüm kameralar şu anda aktif. ”


Odaya bastırılmış bir tezahürat başladı. Bitmesini bekledim, sonra eğildim ve önümdeki panelde bir düğmeye bastım. Odanın önündeki ana ekran, her biri uzay istasyonunda farklı bir konuma sahip ve her biri tamamen karanlık olan, çapraz çizgiler gri çizgilerle ayrılmış siyah bir ekrana dönüştü.


“Garip haber ise, Mir'in her kamerasının bir şey tarafından engellendiği veya örtüldüğü görünüyor. Tahminimce siyah elektrik bandı kullanıldı.”

 Koptev ve Markov birbirlerine göz attı, Ivanov ekrana şaşırmış şekilde baktı. Birkaç dakika sonra bana döndü, boynu yakasının altında kıpkırmızı olmuştu.


Ivanov, “Kameraların aktif olduğundan eminsin, bir hata olmadı mı?” Diye sordu.


“Olmadığından eminim, efendim.”


“Tamam, mükemmel bir çalışma, İletişim Departmanı. Bunu aklımızda bulunduracağız. Rapor edecek başka bir şey var mı? ”Dedi.

Yaşam Destek Bölümünden bir adam ayağa kalktı ve boğazını temizledi.


“Efendim, yaşam destek sistemlerinden gelen verileri inceledim ve bazı tutarsızlıklar ile karşılaştım. Birincisi, istasyonun iç saatinin 44 yıl geçtiğini söylese de, yaşam destek sistemlerinin tüm zaman boyunca devre dışı kaldığı görülüyor. Aslında, bunlar sadece Mir düşük dünya yörüngesinde yeniden ortaya çıktığında tekrardan aktive edildi. İkincisi, Elektron oksijen jeneratörü etkinleştirilip istenildiği gibi çalışmasına rağmen, Vozdukh karbondioksit temizleyicilerden gelen rakamlarla ilgili çok garip bir şey var. Temel olarak hiçbir şey yapmıyorlar. Havada karbondioksit yok, sadece oksijen var. Ya Vozdukh veri toplama sisteminde bir arıza var ya da… ”


“Ya da her ne varsa, nefes alamıyor,” Markov cümlesini bitirdi, gözlerini ateşle dolu Koptev'e bakarak.


“Bu hoşuma gitmedi, efendim.”


İvanov, “Bu kadar batıl inançlı olmayı bırak, Markov” dedi. “Yaşlı bir taşra köylü kadını gibisin. Peh! Ünitede bir arıza olduğu açık, tek mantıklı açıklama bu. Ayrıca, orada ulusal bir kahraman var! Yalnız, korkuyor ve aklı başında değil; Onu kurtarmak bizim görevimiz. İlk önceliğimiz o olmalı!”


Koptev’in yüzünde herhangi bir ifade yoktu ve bir taş kadar sertti. Salondaki her kişiye, daha fazla çekişmeyi bırakmalarını söylermişçesine bir bakış attı.


 “Roscosmos'un erkekleri ve kadınları, çıkmaza girdik gibi görünüyor. Hiçbirimiz Mir'de ne olduğu veya Ledovski'nin nasıl orada olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Kahraman olsun ya da olmasın, ona ne olduğunu anlamadan önce bu adamı dünyaya geri getirme riskini almayacağım. Yani bir seçeneğimiz kaldı. Yine Ledovsky ile konuşmalıyız ve ona doğrudan sormalıyız: Gülen Kişiler Kim? Mesajın bize ulaşmamasını istediğini biliyorum ama başka bir seçenek göremiyorum. Bununla başa çıkıp çıkamayacağımızı bilmeliyim. Eve dönmek isteyen, ya da başka bir şey isteyen salağın biri de olabilirler.”


Bir an duraksadı ve odanın etrafına baktı, bakacak kadar cesur birinin gözlerini arıyordu.


 Sonunda istasyonumuza döndü.


 “Yakovlev, zaten Ledovsky ile ilgili bir rapor geliştirdiniz, bu yüzden onunla konuşmaya devam etmenizi isteyeceğim. Geri kalanınızın olası bir açıklama için ipuçları aramaya devam etmesini istiyorum. Karşılaştığınız ipuçlarını takip etmekte özgürsünüz. Şimdi işe koyulalım! ”


-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


“Kozmonot Ledovsky, burası Roscosmos Görev Kontrolü. Duyuyor musun? Tamam.”


 Kaygı ve bitkinlik Yakovlev'in yüzünü kül grisi bir renge çevirmişti. Kulaklıkları kulağına tuttuğunda, titrememek için mücadele ettiğini açıkça söyleyebilirim. Koptev, Markov, Ivanov ve diğer müdürler sandalyesinin arkasında toplanmışlardı.


“Roscosmos'u yüksek sesle ve net duydum. Sesinizi tekrar duymak güzel. Lütfen bana gelen ve şu an yolda olan bir roketin olduğunu söyle. Toprağı tekrar ayağımın altında hissetmek istiyorum.” Sesi sakin ve sabitti; Cesaretlenmiş gibiydi.


“Hala üzerinde çalışıyoruz Ledovsky. Oldukça karmaşık bir işlem ve organize edilmesi biraz zaman alacak. Bu arada size sormak istediğim birkaç soru var.” Statik bir ses dışında bir cevap yoktu. Yakovlev, devam etmesi için başını sallayan Koptev'e baktı.


“Kozmonot, son kırk dört yıldır nerede olduğunu söylemeni istiyorum.”


Ledovsky, birden homurdandı, yorulmuş gibiydi. “Görev kontrol, sana zaten söylemiştim. Hiç bir fikrim yok. Hatırladığım son şey, 1957’de roketin içinde dünya atmosferinden kaçmak ve ardından bugün burada uyanmaktı. Başka bir şey yok."


“Tamam, kozmonot. O zaman görsel iletişim sistemini kontrol ederek durumunuzu daha iyi anlamamıza yardımcı olun. Kamerayı engelleyen bir şey var gibi gözüküyor, önünüzdeki konsolda bulabilir ve engeli kaldırabilir misiniz?” Radyo canlanmadan önce kısa bir sessizlik oluşmuştu.


“Ah, hayır… Üzgünüm Görev Kontrol. Burada anlamadığım çok fazla düğme ve ışık var. Hiçbir kamera göremiyorum. ” Markov sessizce homurdandı. Kameranın, Ledovsky'nin oturduğu terminalin doğrudan merkezinde olduğunu, 1950’lerden biri için bile, açıkça etiketlenmiş ve kolayca bulunabileceğini biliyorduk. Yakovlev, devam etmesi için başını sallayan Direktöre tekrar baktı.


 Yakovlev derin bir nefes aldı ve mikrofonu eline aldı.


“Kozmonot Ledovsky… Gülen Kişiler kim?”


Anında, görev kontrol odası aşırı derecede gürültülü ve yüksek perdeli bir insan çığlığı ile doldu. Her iki kulağıma matkap girmiş gibi hissettim. Çığlığın arkasında, açılmaya çalışan hasarlı bir sabit disk gibi,  hızlı ve mekanik bir tıklama sesi vardı. Hemen midemde bir bulantı hissettim. Yakovlev'in kulaklıklarını söküp attığını ve yönetmenlerin kulaklıkları kulaklarına taktığını izledim. On acı verici saniyeden sonra hat sessizleşti. Kafamın içinde toplanan sesleri hala duyuyorum ve her duyduğumda avuçlarımda kulaklarımı ovuşturuyorum.

“Bu da neydi?” Diye bağırdı Markov, ellerini kulaklarının üzerinden geçirdi. Radyo çatırdadı ve sonra Ledovsky’nin sesi şimdi yüksek ve panikle radyoda duyuldu.

"Ne? Bilmiyorum. Ne hakkında konuştuğunu bilmiyorum. Bunu hiç duymadım. Hiç bir fikrim yok. Lütfen, lütfen beni buradan çıkarın. Burayı sevmiyorum. Sadece eve gitmek istiyorum. Lütfen!” Yalvarırken hıçkırarak ağlıyordu.


“Sakin ol, Kozmonot. Bu gürültünün kaynağını tanımlamana ihtiyacım var, ”dedi Yakovlev. Sağır biri gibi bağırıyordu.


“Bilmiyorum” diye yanıtladı Ledovsky. “Hangi gürültü? Ben… Ben burada hiçbir şey duymadım. Hiçbir şey yok. Lütfen, lütfen beni buradan çıkarın!”


“Dinle Ledovsky, korkacak bir şey yok. Sana yardım etmeye çalışıyoruz. Gönderdiğin mors kodunu aldık. Mesajınızın ne anlama geldiğini anlamamıza yardımcı olmalısın, böylece sana yardımcı olabiliriz.” Yakovlev vericiyi bıraktığında, Ledovsky’nin sesi konuşmacıların üzerlerinde çığlık atarken, sesi şiddetle doluydu.

"—Yok, hayır. Hayır. Nasıl bildikleri hakkında hiçbir fikrim yok. Ben bir şey demedim. Hiçbir mesaj yollamadım, yemin ederim! Ne hakkında konuştukları hakkında hiçbir fikrim yok. Lütfen bana inanmalısın. ”Şimdi inliyordu. "Oh hayır. Hayır. Artık yok. Lütfen, lütfen daha fazla gecikmeyin!

Yönetmenler göz temasından kaçınarak sessizce odanın çevresine baktılar. Sonunda Yakovlev hepimizin ne düşündüğünü söyledi:
 “Sadece ben mi böyle hissediyorum, yoksa başka biriyle mi konuşuyorum? Yanındaki birileri uzay istasyonunda mı?” Birileri cevap vermeden önce, radyo tıkladı ve geri döndü.

“Görev kontrol, Ledovsky burada. Sana yardım edebilmeyi isterdim, ama neden bahsettiğin hakkında hiçbir fikrim yok. Belki bir kez ayaklarımı uzatacağım ve yiyeceklerimi yiyeceğim. Kurtarma görevinden herhangi bir haber var mı?”

 Yakovlev vericiyi yanıtlamak için aldı, ancak Koptev bileğini tuttu ve onu durdurdu. Statik bir dizi uzun ve kısa tıklama açıkça duyuluyordu. Kalemimi tuttum ve mors kodu ile şifrelenmiş mesajı yazmaya başladım:

- .. --- / -. --- - / .- .. –

Çevirisi ise şuydu:  İ-Z-İ-N  V-E-R-M-E

Ama bu kavrayabildiğim kadardı. Mesaj bu sefer yüksek sesle, aynı titreme ve delici tonlu bir çığlık ile kesildi. Mekanik tıklama yine vardı, ama şimdi derin bir yalpalama açıkça belli oluyordu. Yalpalamanın frekansı, dev bir madalyonun eğrilmesi, hacim yükselmesi gibi daha hızlı oluyordu ve çığlık daha da artıyordu. Çığlık beynimde sıcak demir gibi delindi ve midemde bir basınç oluştu. Testislerimin içine kadar hissedebiliyordum; sanki testislerime tekme yemiş gibi hissettim. Midem bulandı ve boğazımda yükselen safranın tadını almaya başladım. Odanın etrafına baktım ve bunu yaşayan tek kişinin ben olmadığını öğrendim. Herkes kulaklarını kapatıyordu, bazıları sesi azaltmak için çöp poşetlerini kulaklarına tıkadı. Diğerleri sandalyelerine yaslandı, gözleri kafataslarından çıkmak üzereydi. Belirgin bir şekilde, başka bir gürültünün farkındaydım.

Bir yerde, uzayın karanlığında, Ledovsky çığlık atıyordu.

18.06.2019

Mir Uzay İstasyonu'ndaki Gülen Kişiler [Part 1]

19 Mart 2001'de Rus Uzay İstasyonu Mir, düşük dünya yörüngesinden kayboldu. Çarpışma veya patlama olmadı; biraz önce oradaydı ve bir anda kaybolmuştu. Panikle geçen yirmi dört saat boyunca, seçilen bir grup bilim insanı, istihbarat acentesi ve hükümet yetkilisi, aynı anda neler olduğunu anlamak ve halkın bir şey olduğunu keşfetmesini engellemek için yorulmadan çalıştı. Tam olarak bir gün sonra Mir, en son gözlendiği yerde tekrar ortaya çıktı. Görünüş olarak değişmemişti, ancak büyük bir istisna ile ortaya çıkmıştı: istasyonun imhası için başlayan hazırlıklardan dolayı kullanılmayan uzay istasyonu, ortaya çıkmıştı. Bunu hiç duymamış olmanız, örtbas etme girişiminin başarılı olduğunu kanıtlıyor; Bu anomaliye neyin neden olduğunu ve Mir'in kaybolduğu yirmi dört saat boyunca olanları öğrenmek tamamen farklı bir konudur. Bunu biliyorum, çünkü uzun zaman önce, o gün (hatırladığım kadarıyla Mart ayında) Roscosmos Görev Kontrolü'nde oradaydım. Bu hikayeyi hiç kimseye anlatmamıştım, ama şu an yaşlı bir adamım ve yaşayacak çok fazla zamanım kalmadı, insanlık, yalan yanlış şeyler anlatacak biri olmadan önce gerçeği duymalı.


İlerleyen günlerde, görev kontrol odasında yayılan belirgin bir kasvet duygusu vardı. Odadaki herkes hayatını uzay istasyonuna adamıştı ve şimdi her şey bitmek üzereydi. Mir, 1986 yılında, 5 yıllık bir görev sebebiyle Sovyetler Birliği tarafından yörüngeye fırlatıldı. Şimdi, on beş yıl sonra, soğuk savaşın sona ermesinden ve SSCB'nin çöküşünden kurtulmuş olan uzay istasyonu yaşını yeterince gösteriyordu. Rus hükümeti nihayet tüm fonları ve insan gücünü yeni inşa edilen Uluslararası Uzay İstasyonu'na yönlendirmeye karar verdiğinde uzay istasyonu darmadağın olmaya, kirlenmeye, yıpranmaya ve hızla kötüye gitmeye başlamıştı. Yine de, yıldızlara bakıp oralarda olanları merak eden her Rus'un kalbinde özel bir yer tutuyordu. İstasyonun devam eden varlığından mali açıdan kazanç elde etmek veya hatta doğrudan satın almak için çeşitli özel kuruluşlar ve kişiler birçok girişimde bulundu. Hatta bir şirket Mir'i satın alıp uzayda kalıcı bir film ve televizyon stüdyosuna çevirmeye çalışmıştı. Sonunda, istasyonun varlığının son birkaç gününü umutsuzca izlememiz için biz, bilim adamları, astronotlar ve mühendisler, kısacası iskelet mürettebat ile birlikte uzay istasyonunu terketmiştik. Bir süre sonra ise düşünüldüğünden çok daha pahalı olduğu ortaya çıktı. Bakımyurduna giden yaşlı bir aile üyesini izlemek gibiydi. Yirmi beş kişilik bir departman olan Mir Mission Control'ün İletişim Bölümünün bir üyesiydim, şimdi ise sadece altı personel var.


Acil bir durum olduğunu belirten alarm sabah 4'te verildiğinde evde bulunuyordum ve derhal görev başına gitmiştim. Paniklemiştim, şiddetli bir yoğunluk vardı, herkes faaliyet çılgınlığı ile görevinin başındaydı. Normalde kontrol odası sakindi, böyle bir hareketlilik bulunmazdı, fakat şu anki görüntü karşısında çok şaşkındım.


Durum hakkında bilgilendirildiğimde başım dönmüştü. Bu nasıl doğru olabilirdi? Bir uzay istasyonu kadar büyük bir şey iz bırakmadan kaybolmazdı, kaybolamazdı; imkansız görünüyordu, hatta imkansızdı. Hepimiz elimizden gelenin en iyisini yaptık, ama yapabileceğimiz bir şey yoktu. Tüm izleme sistemlerimiz, istasyonun yok olduğunu gösteriyor gibiydi. İstasyonun normal yörüngesinin görsel olarak incelenmesi de bunu doğruladı. Washington ile gizli bir şekilde temasa geçildi, fakat Washington şiddetle teklifi reddetti. Bunun ötesinde, ne yapılabilirdi ki? Bir mucize umuduyla ulaşabileceğimiz her radyo teleskopunu harekete geçirdik. Hatta Amerikalıları görsel bir aramaya yardımcı olmak için Hubble Teleskobu'nu gizlice kullanmaya bile ikna ettik, ancak tüm dünya plajlarında belirli bir kum tanesini aramak gibiydi ve hepimiz biliyorduk. Önümüzdeki 24 saat kahve, sigara ve uyku yoksunluğu ile geçti.


Sonra, ortadan kaybolduktan yirmi dört saat sonra, Mir birdenbire ve anlaşılmaz bir şekilde, yeniden ortaya çıkmıştı. Monitörler, istasyonu gösteriyordu; burada bir dakika önce boşluk ve küçük yıldızlar dışında hiçbir şey yoktu. Yoğun bir sessizlik odayı sardı ve saatler saatleri kovaladı. Sonra radyo çalışmaya başladı ve sandalyeme oturdum. Büyük bir mucize eseri yeniden ortaya çıkmış, içinde kimse bulunmayan bir uzay istasyonundan radyo sinyali alıyorduk: mantıklı gelmiyordu. Görev Kontrolü konuşmacılarının radyolarından gelen ses soluksuz ve paniklemişti.


“Mayday, mayday, mayday! Ben kozmonot Aleksei Ledovsky, Moskova'daki Sovyet Uzay Programı ile iletişim kurmaya çalışıyorum. Lütfen, bunu dinleyen var mı? Tamam.”


Bir an için kimse tepki göstermedi. Tüm havanın odadan çekildiğini hissettim. Aklım allak bullak oldu, bu ani delilik dünyasında gerçekliği kavramaya devam etmek için çaresizce çabalıyordum. Ledovsky… Aleksei Ledovsky. Bu ismi daha önce bir yerlerde duymuştum, ama nereden olduğunu hatırlayamadım. Bazı meslektaşlarımla kafa karışıklığı içinde bakıştık, hiç kimse bu durumun sorumluluğunu üzerine almak istemiyordu, kimse nasıl devam edeceğini bilmiyordu. Sonunda yönetmen durumu kontrol altına almak için iletişim istasyonuna gitti.


“Anlaşıldı, Kozmonot. Seni yüksek sesle ve net bir şekilde duyuyoruz. Ben, Rus Uzay Ajansı Genel Müdürü Yuri Koptev.” Sesinin verdiği yumuşak his odayı doldurdu.

“Rus Uzay Ajansı? Hatırlamıyorum ... Üzgünüm, sizi tanımıyorum, Bay Koptev. Baş Tasarımcı Sergei Korolev yanınızda mı? Onunla konuşmak istiyorum.


Yakovlev adındaki ufak tefek,  benekli bir adam ile şaşkın bir şekilde bakıştık. Baş Tasarımcı Sergei Korolev, tüm Sovyet uzay programının kurucu babası ve tartışmalı da olsa bir bütün olarak modern astronominin kurucusu idi, bir efsaneydi. Ancak 30 yıldan fazla bir süre önce ölmüştü. Yönetmen Koptev bir şekilde ritmini kaybetmeden soğukkanlılığını korudu.


“Üzgünüm, Kozmonot Ledovsky, Baş Tasarımcı şu anda burada değil. Size yardımcı olabilir miyim? ”Diye cevapladı, sesinde zorlukla tespit edilebilecek bir titreme ile. Korkunç izlenimine ihanet eden tek işaret, vericiyi o kadar sıkıca kavramasıydı ki yumruğu kireç gibi bembeyaz olmuştu.


“Evet yoldaş, bu kahrolasıca şeyden nasıl kurtulacağımı ve dünyaya nasıl geri döneceğimi söyleyebilirsin. Sığınaktaki camlardan dünyayı görebiliyorum. Lütfen, bana yardım etmelisin, eve dönmek istiyorum.”


“Olumlu Kozmonot, söylediğim gibi, çalışmaya başlıyoruz. Bu arada sakin olmanız ve sorularımızı olabildiğince yanıtlamaya çalışmanız çok önemlidir. Telsizi meslektaşım Yakovlev'e devredeceğim, birkaç temel soru soracak ve biyometrik bilgilerinizi alacak.” dedi. Sonra, Yakovlev'e fısıldayarak “kalp atış hızını, kan basıncını, sıcaklığını ve aklınıza gelebilecek her şeyi almaya çalışın. Sadece konuşmaya devam et, dikkati dağılmasın ve her şeyi dinle… orada doğal olmayan bir şeyler oluyor.”


“Burada hiçbir şey doğal değil, efendim,” diye cevapladı Yakovlev. Yönetmen Koptev ona sinirlenmiş şekilde baktı ve telefonun ahizesini kulağına götürdü. Daha sonra odanın geri kalanına döndü ve sesini yükseltti.


“Geri kalanınıza tam otuz dakika içinde bir brifing vermek için hazırlanmam gerekiyor. Bu arada, bu odanın dışındaki hiç kimseyle telefon görüşmesi veya iletişim kurmayacaksınız. Eşleriniz, ebeveynleriniz, çocuklarınız ya da başkası, kimseyle iletişim yok. Tamamen sessizleşiyoruz. Bu protokole uymamak, derhal fesih ve hapis ile sonuçlanacaktır.” Hızlıca ofisine girdi ve diğer üst düzey bölüm başkanlarını takip etmek için harekete geçti.


__________________________________________________________________________



Yarım saat sonra, büyük merkezi ekranın altındaki Görev Kontrol odasının önünde toplandık. Yönetmen Koptev, karşı karşıya geldiği için ona duygusuzca bakıyordu. Olabildiğince kısık sesle radyoya konuşan Yakovlev'in sesi sessiz odanın arkasından süzülüyordu. Koptev boğazını temizledi ve başladı.


“Hepinizin bildiği gibi, Rusya’nın önceki devleti Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, uzay araştırmalarında kilometrelerce yol katetmişti. Bu başarıların en önemlilerinden biri, 12 Nisan 1961'de yeryüzünde bir yörüngeyi tamamlayan ilk insanı, Yuri Gagarin'i uzaya yollamaktı .”


Gagarin'in siyah beyaz resmi, kahramanca giyinip madalyalarla kaplanmış sureti, ekranda belirdi.


 “Çoğunuzun bilmediği şey, Yuri Gagarin'in aslında uzay uçuşundan kurtulan ilk insan olması. Gagarin'den önce, her biri trajediyle sonuçlanan dört deneme yapıldı. Sovyetler Birliği o zamanlar ABD ile yapılan bir uzay yarışının ortasındayken, muhtemel başarısızlıkları moral bozukluğu olarak kabul edildi. Dolayısıyla, her girişim başarısız oldu, hepsi büyük bir titizlikle gizlendi. Gagarin başardı ve dünyanın görmesi için bir kahraman olarak yansıtıldı. Başarısızlıklar gizlendi ve detaylar bu güne kadar gizli kaldı.”


 “Bu gizli girişimlerden ilki, Sputnik'in başarısından birkaç ay sonra, modifiye edilmiş bir kıtalararası balistik füzenin içine yerleştirilen bir Kozmonot tarafından 1957'nin sonunda yapıldı. Aletler, füzenin ilerlemesini 186 mil yüksekliğe kadar takip etti, bu noktada şanzıman aniden kesildi, roket görünüşte kayboldu ve Kozmonottan bir daha hiç haber alınamadı. Bu adamın adı Aleksei Ledovsky idi.”


Küçük kalabalığın arasından bir dizi sesler yükseldi. Kalp atışlarımın göğüs kafesimden fırladığını hissediyordum. Bunların hiçbiri bir anlam ifade etmiyordu.


“Şimdi Tanrı'ya, bu konuşmacıdan gelen sesin gerçekten Ledovsky olduğunu ve onu bir kahramanı getirir gibi hoşgeldinle dünyaya geri getirebilmemiz için dua ediyorum; ama bütün içgüdülerimin yanı sıra, toplamayı başardığımız bütün istihbarat bana aksini söylüyor. 1957’de Ledovsky’nin ortadan kaybolması ile dün yaşanan Mir’in ortadan kaybolması olayı arasında belirgin bir benzerlik olsa da, hepimiz “korelasyonun nedensellik anlamına gelmediğini” biliyoruz(korelasyon; iki rastgele deney sonucunun birbiri ile ilintili olup olmama derecesi). Hepimiz seviyemizi korumalı, rasyonel kalmaya çalışmalı ve bu gizemi çözmeye çalışırken bilimsel eğitimimize güvenmeliyiz. Daha fazla yardım çağrısı yapamam, çünkü bu sadece daha fazla bilgi sızıntısının kapısını açacak, bu yüzden bu odada, etrafınızda gördüğünüz insanlar, bu işi yapacak olanlar olacak.”


 Her birimiz odanın etrafına bakmıştık. Bir süre önce, programın zirvesindeyken odanın yarısı kadar doluydu. Koptev devam ederken ağzımın kuruduğunu hissettim.


“Bu bulmacayı çözmek için, her birinizden% 100 çaba ve özveriye ihtiyacım olacak ve bu iş kolay olmayacak. Endişelendiğim kadarıyla, son yirmi dört saatte yaşanan olaylar, önceki tüm fizik ve astronomi anlayışımızın toplam paradigma kaymasını temsil ediyor. Bu yüzden Occam’ın Usturası’nı pencereden atmanızı istiyorum, çünkü üzerine kurduğumuz gerçeği değiştirdik. Tam bir inceleme yapılmadan hiçbir hipotez ortaya atılmamalıdır. Bu keşif, bir bilim keşfi olabilir! Burada bir kozmonotun kaderinden çok daha fazlasının tehlikede olduğunu söylememe gerek yoktur umarım!”


Sessizlik odayı her birimizin üzerine yerleşmiş durumun çekiciliği kadar doldurmuştu. Bedenim ağırlaşmıştı ve boğuluyor gibi hissediyordum. Yönetmen Koptev oturdu ve İzleme ve İletişim Müdürü Markov, bulunduğumuz yerdeki sahnede yer aldı. Merkez ekran, Mir Uzay İstasyonunun tanıdık görüntüsüne geçti.

 “Bu, anomaliden önce sahip olduğumuz Mir'in en yüksek çözünürlükteki görüntüsü, kaybolmadan yaklaşık on beş dakika önce yakalandı” dedi.

 “Ve işte şu anda Mir'in bir görüntüsü.”

 Resim, yüzeysel olarak benzer görünen bir şeye dönüştü; Birkaç dakika sonra ekran tekrar değiştirildi, şimdi her iki resmi de yan yana gösteriyordu; Çalışmanın sadece birkaç saniyesinden sonra, farklar hızla ortaya çıktı.

Yeni görüntüde, uzay istasyonunun rengi  koyulaşmıştı. Çizikler ve ezikler daha önce çok az bulunuyordu, şimdi ise çoğu bölgeyi kaplamıştı. Güneş panellerinin çoğu kırılmış, bükülmüştü ve modüllerin bazılarında çatlaklar bulunuyor  ve diğer aşınma belirtileri gösteriyordu, hatta birkaçı kayıptı. Bu açıkça bir gün önce ortadan kaybolan bir istasyondan çok farklıydı. Beni geren diğer bir şey de pencerelerdi: ilk görüntüde açık ve yansıtıcılardı,  sanki her birine bakıldığında istasyonun içi görünüyordu, şimdi ise siyah bir koli bandı ile bantlanmış gibilerdi, tamamen kapkaralardı.


Markov, karşımıza çıkan birçok gizemden birisini daha tanıtmaya devam etti. Yeniden göründükten sonra, istasyonun dahili saati arızalı görünüyordu. Zaman hala doğruydu, ancak tarihte bir sıkıntı vardı: 20 Mart 2045 -Günümüzden kırk dört yıl sonrası ve Ledovsky’nin 1957’de ortadan kaybolması ile tam olarak aynı zaman. Bu bir tesadüf olabilir mi? Belki, ama bağırsaklarımdaki çöküş hissi bana bunun tesadüf olmadığını söyledi. Bilgisayar yanlış çalışıyordu ya da Mir kırk dört yıldır gerçekten de başka bir yerdeydi, burada sadece yirmi dört saat geçti. Düşüncesi beni hala ürpertiyor.


Markov birkaç garip detayı vurgulamaya devam etti. Öncelikle, gemi kaybolmadan önce aylarca kapatılan yaşam destek sisteminin, Mir kaybolup yeniden ortaya çıktığında devreye girip çalıştığı tespit edildi. Orada bir şey nefes alıyordu, Ledovsky ya da... başka bir şey. Ayrıca, eğer Mir'deki adam gerçekten Ledovsky ise, yaşam destek sistemini nasıl etkinleştireceğini nereden bilebilirdi? 1957'deki teknoloji, şu anki uzay istasyonunda olanlara kıyasla son derece ilkeldi, bilgisayar sistemine erişebilmesi ve yaşam destek ünitesini manuel olarak devreye sokması için karmaşık işlemleri çözmesi gerekiyordu, ve bu Ledovsky için imkansız bir şeydi. İkincisi, anomaliden önce çalışır durumda olan video iletişimi için kullanılan kameralar ve mikrofonlar ya devre dışı bırakılmış ya da arızalanmış. Bunları mümkün olan en kısa sürede tekrar çevrimiçi hale getirmek iletişim ekibi için en önemli öncelik olmalıdır.


Bu konuşmadan sonra Markov oturdu ve yanımda bulunan terminalde çalışan iletişim ekibi üyem Yakovlev çağrıldı. Yüzü tebeşir gibi beyazdı, alnı terle kaplanmıştı, elleri ve bacakları kontrol odasının önünde dururken titriyordu.


“Kendine Aleksei Ledovsky diyen birisiyle konuştum. Tutarlı, rasyonel ve belirgin konuşuyor; Her ne kadar hepimiz gibi bu durum hakkında kafası karışmış gibi görünse de, eve dönmek istiyor. Uzay istasyonuna nasıl geldiğini ya da son kırk dört yıldaki hiçbir şeyi hatırlamadığını iddia ediyor. Son hatırladığı şey, 1957'de bir roket üzerinde uzaya geçtiğiydi, sonrasını hatırlamıyor ve daha sonra bugün Mir'de uyandığını söylüyor.”


Yakovlev, podyumda duran şişe sudan bir yudum almak için durdu. Eli o kadar şiddetli titriyordu ki kapağını açmak için çok çabalıyordu.


“Bunu söyleme şekliyle ilgili bir şey beni samimiyetinden şüphe ettirdi, bu yüzden geri döndüm ve kaydı iki kez kontrol ettim, garip bir şey göze çarpıyor. Ledovsky bir soruya her cevap verdiğinde, bir süre sessizlik ve anlık statik sesler oluşuyor. Bir daha gözden geçirdikten sonra, radyo vericisini konuşmadan önce hızlı bir şekilde arka arkaya tuşladığını ve basmayı bıraktığını tespit ettim. Bunu Mors kodu olarak tanımladım, ve... işte ilettiği şey buydu.” Üstündeki ekran aşağıdakiler ile açık siyah işaretlerin bulunduğu beyaz bir arka plana dönüşmüştü:

_______________________________________________________________


 • ..... / ... - .. .- .. .. -. -. / --- -. . ... / .- .-. . / .-- .. - .... / -. .-.-.- / - ..... / ... - .. .- .. .. -. -. / --- -. . ... / .- .-. . / .... .-. . .-.-.- / - .. --- / -. --- - / - .-. ..- ... - / - ..... / ... - .. .- .. .. -. -. / --- -. . ....-.-.- / - .. --- -. .----. - / -. .- .. .- .. / - ..... - / -.-- --- ..- / -.- -. --- .--.-.-.- / - ..... -.-- / .-- .. .- .. .- .. / .... ..- .-. - / -. / .. ..-. / - .... -.-- / -.- -. --- .--.


Çeviri: GÜLEN KİŞİLER YANIMDA. GÜLEN KİŞİLER BURADA. GÜLEN KİŞİLERE GÜVENMEYİN. BİLDİKLERİNİZİ SÖYLEMEYİN. EĞER ÖĞRENİRLERSE BANA ZARAR VERECEKLER.

________________________________________________________________

Bu kelimeleri  okuduğumdan beri her kabusumda görüyorum. Bunca yıl sonra bile hala kemiklerimi  korkuyla dolduruyorlar. Şimdilik cesaret ve dayanıklılığımın son kırıntılarıyla yazıyorum. Geç oldu ve şu anda yazmaya devam edecek yüreğim yok. Bu, odamın karanlığında yalnız başıma söylenecek bir hikaye değil, bu yüzden şu an için bu kadarını yazıyorum. Sinirimi geri kazanır kazanmaz ve artritim azar azmaz hikayeme devam edeceğime söz veriyorum. Eğer benden bir daha haber alamazsanız, oradaki birinin bu bilginin çıkmasını istemediğinin, büyük ve son sessizliğine bürünmediğinin işareti olarak alın. Umarım böyle bir şey başıma gelmez.


 Bunun açıklanması gerekiyordu.

8.06.2019

Fırındaki Kadın

1983 yazında, Minnesota Minneapolis yakınlarındaki sakin bir kasabada, bir kadının kömürleşmiş gövdesi, küçük bir çiftlik evinin mutfak ocağında bulundu. Mutfakta bir tripodun üzerinde duran ve fırına dönük bir kamera bulundu. O sırada kameranın içinde hiçbir bant bulunamadı.

Her ne kadar sahne başlangıçta polis tarafından cinayet olarak nitelendirilse de, daha sonra o yıl başında kurumaya başlayan çiftliğin kuyusunun dibinde işaretsiz bir VHS kaseti bulundu.

Aşınmış durumda olmasına ve ses içermemesine rağmen polis kasetin içeriğini görebildi. Kadın, polisin mutfakta bulduğu kamerayı kullanarak, kendini kaydediyordu. Kamerayı hem fırın hem de mutfak gözükecek şekilde konumlandırdıktan sonra, fırını yaktı, kapağını açtı, içeri girdi ve arkasından kapağı kapattı. Videoya sekiz dakika geçtikten sonra fırının şiddetli bir şekilde titreştiği görüldü. Bu noktada, oradan siyah dumanlar çıktı. Kalan kırk beş dakikalık video da böyle geçti, kameradaki piller bitinceye kadar, sabit pozisyonda kayıta devam etti.

Yerel toplumu rahatsız etmemek için, polis kaset hakkında, hatta bulunduğu gerçeğiyle ilgili hiçbir bilgi yayınlamadı. Polis ayrıca kaseti kuyuya kimin soktuğunu veya videodaki kadının boyunun ve gövdesinin neden fırında buldukları gövdeye uymadığını belirleyemedi.

Mereana Mordegard Glesgorv

YouTube'da "Mereana Mordegard Glesgorv" adında bir video var. Bunu ararsanız, hiçbir şey bulamazsınız. Bulduğunuz zaman ise göreceğiniz tek şey, size dikkatsizce bakan, ifadesiz ve son iki saniyede sırıtan bir adamın 20 saniyelik bir videosudur. Arkaplan ise tanımsız, kırmızımsı bir renkte.

Bu, gerçek videonun sadece bir kısmı.

Videonun tamamı iki dakika sürdü ve videoyu izleyen 153 kişinin gözlerini oyup YouTube'un San Bruno'daki ana ofisine gönderdiği maillerden sonra kaldırıldı. Bahsedilen insanlar da çeşitli şekillerde intihar etmişti. Gözlerini henüz oyduktan sonra nasıl mail attıkları henüz bilinmiyor. Ön kollarına oydukları şifreli yazılar ise çözülmedi.

YouTube, şüpheleri gidermek için videonun ilk 20 saniyesini düzenli aralıklarla yerleştirmişti, böylece insanlar gerçek şeyi aramayacak ve yükleyemeyecekti. Videonun kendisi yalnızca 45 saniye sonra çığlık atmaya başlayan bir YouTube personeli tarafından izlendi. Bu adam şimdi psikolojik olarak yıpranmış ve ne gördüğünü hatırlayamıyor. Onunla aynı odada bulunan ve o sırada izleyen ve onun için videoyu kapatan diğer insanlar, o sırada duydukları her şeyin yüksek sesli bir sondaj sesi olduğunu söylüyor. Hiçbiri ekrana bakmaya cesaret edememişti.

Videoyu yükleyen kişi bulunamadı, IP adresi de bulunamıyordu. Ve videodaki adam hiç tanımlanamadı.